TABİAT FAKÜLTESİ - Kurzhaar von Karesi Beyliği - Burak Kabakcı

TABİAT FAKÜLTESİ


TABİAT FAKÜLTESİ

sezonun ilk çulluk avı için sabah kalktığımda sağanak yağmuru görünce Hasan abi’yi aradım ve ortak bir kararla o günkü avı iptal ettik. Normalde bu tür durumlarda, yani doğal sebeplerle iptal edilen av programlarına üzülmem. Huzurla yatağıma tekrar geri döner ve uykunun o en tatlı yerine bıraktığım yerden devam etmenin mutluluğunu yaşarım.

Sezon içinde çulluk avı günlerinde sabah ezanından önce Zağnos Paşa Camii karşısındaki lokantada çorbamızı içtikten sonra hemen karşıdaki kahvehanede çayımızı içeriz sıcacık yanan sobanın başında. Tayfun abi’nin yarıya inmiş gözkapakları sessizce gelen kaçınılmaz sonu anlatır her ikimizede. Hiçbirşey söylemeden, konuyu tartışmaksızın av iptal edilir ve herikimizde sıcacık yataklarımıza geri döneriz. Bolca yaşanmış avgünlerinin verdiği doygunluk vardır çünkü. İyi bir çulluk avcısı, gideceği yeri birgün önceden konuşmaz. Zira sabah havanın ne olacağı belli olmaz. Çulluk havaya, rüzgara göre birkaç saatte yer değiştirir ve akşamdan konuştuğunuz yerde birgün önceden bolca kuş olmasına rağmen bir tek kanat bile göremeyebilirsiniz. Sabah evden çıkıp yüzünüzde atmosferi hissedip, havayı kokladığınızda o gün avın ne kadar bereketli olacağını bilirsiniz bazende çok kötü geçeceğini bilirsiniz ama arkadaşlarınıza verilmiş sözden dolayı, bile bile olmayacağını, düşersiniz yollara. İşte biz bunu yaşamayız. Tayfun abi ile öyle avlar yaptık ki olmayacağını bile bile boşa gezmeden çayımızı içip evin yolunu tutmak bize ar gelmez.

Keyifli çulluk avı günleri sonunda avlanan çullukları izlerken puro içmek Tayfun abi ile aramızda bir seramoni haline gelmiştir. Bırakın puroyu,  hayatımda  tekbir sigara bile içmediğim halde o sert ve ağır puroyu yakıp, bu töreni yerine getirmek ne büyük keyiftir benim için..

Ancak bugün yatağıma geri döndüğüm için mutlu olamıyorum, çünkü sezonun ilk çulluk avı ve o güzel yaratığı bir yıl sonra tekrar göreceğim günü ertelemek beni ciddi şekilde gerdi açıkçası. Yağmurun ıslattığı meşe gazelinin ve toprağın kokusunu almayı ertelemek bu kadar ağır gelebilirdi. Uyuyamadım, pencereden bakıp yağmurun biraz müsaade etmesini bekledim saatlerce. Öğlene doğru biraz ara verir gibi oldu, elimi telefona atacaktım ki, Hasan abi aradı. Hemen hazırlanıp yola koyulduk. Planı değiştirip, daha yakın, lodos kümeslerinden birine çevirdik rotayı. 

Meraya girdiğimizin 10. dakikasında Nelly’nin beeperı alarm verdi. Benim 20 mt kadar altımdaki köpeğimin fermasını net bir şekilde görebiliyordum. Hasan abi Nelly’nin yavrusu, Cino’yu birkaç saat gezmesi için getirmişti ve usta köpeği yanında olmadığından O’da Nelly’e odaklanmıştı. Çulluk çok beklemedi fakat ters bir yöne uçuş yaptı. Yinede atış yaptım sezonun ilk çulluğuna vurulamayacağını bile bile. Henüz 100 mt gitmiştik ki aşağıda sıklıkta beeperin haykırışı kesildiğinde Nelly’nin feryadı başladı. Kesinlikle tavşan olmalı diye düşünürken, ormanda Nelly’ye, manevralarıyla fark atan tavşan gelip 50 mt kadar önüme oturdu. Yaptığım sözümona bazı kanunsuzlukları, örneğin bıldırcın zamanı haftaiçi yasakgünlerde avlandığımı, utanıp sıkılmadan hatta göğsümü gere gere anlatırım olur olmaz herkeze. Çünkü böyle bir yasak sadece Türk avcılarına mahsustur ve buna isyan edip aykırı davranıp anlatmak, kendimce bir nevi protesto benim için. Birde kanuni olup, avcılığın yazılı olmayan kuralları vardır ki, bu kanunlar insanlık ve avcılık tarihinde vicdan ile yazılmışlardır. İşte ben o an o kanunların birini çiğnedim ve her nasılsa vuramamışta olsam, atış yaptım önümde oturan tavşana. Şu an bunları yazarken bile en az o gün kadar utanç duysam da, avcılığın bize kazandırdığı erdemlerdendir bu aslında. Kendimizle yüzleşir, içimizdeki vahşi güdüyü ve kontrol edilemezliği dizginler ve toplumda bambaşka bir insan oluveririz

.

Önce şaşkınlık sonra hayret ve sonrada bir utanç kaplıyor içimi ve ava devam ediyorum. Sağanak yağmur altında öylesine ıslandım ki en azından ormanın sıklığından kurtulup daha açıklık bir alana çıkmaya çalışıyorum. Zira çullukta tıpkı benim gibi yapacak ve meşe yapraklarından biriken iri damlalardan rahatsız olup, yapraksız karaçalıların seyrekçe hakim olduğu açık alanlara geçeceklerdir. Tamda bunları düşünürken açık alanda boyu ancak  dizlerime kadar gelen bir karaçalıya yüzü bana dönük olarak fermalamış Nelly’i görüyorum. Yine beklemiyor çulluk ve adeta ölümüne gelircesine ve şapkamı alacak gibi geliyor tamda üzerime. Bir gelişine bir gidişine boşaltıyorum pozemi, ama karavana. Kendimi biliyorum ben. Ava nasıl başlarsam böyle gider. İçi av hırsıyla yanıp tutuşan gençliğimde olduğu gibi hatalar yapıyorum. “Demek ki hala eski heyecanım var”. kederimin üzerine sıcak ekmek üzerine sürülen taze tereyağı gibi keyif veriyor bu düşünce. Başımı aşağı sağa doğru çevirdiğimde ise futbol sahası kadar açık alandan üzerime doğru aheste gelen 2. tavşanı gördüm! Biraz önce kaçırdığım çulluğun sebep sonuç ilişkisini çözümlemek tek bilinmeyenli bir denklem kadar kolaydır. X yerine sadece kendi hırsımı ve kontrolsüzlüğümü koyduğumda denklem kendiliğinden çözülmüştür bile. Bu iri, yarı kızıl, yarı boz erkek tavşanın üzerime gelişini ve olanları düşündüğünüzde kuracağınız denklemde ise yerine koyacağınız bir rakam bile bulamazsınız. Çünkü bu denklemin bilinmeyenleri sonsuzlukta saklıdır. Çözmek imkansızdır çünkü bu ne sıradan bir denklem, ne problem nede matematikle ilgili bir olgudur. Bu denkleme “KADER” denir.

Ben, köpeğim ve Hasan abi’den 100 lerce mt uzakta;

 yağmurda yuvasını su basan bir tarla faresi telaşla yuvasından dışarı çıkar, gökyüzünde kusursuzca süzülen bir şahin bu fırsatı kaçırmaz ve bir mermi hızıyla dalış yapar, henüz birkaç gün önce doğmuş, annesinin yanında huzurla yatan acemi bir kuzu, şahinin havada çıkardığı sert ıslık sesinden korkup müthiş bir refleks ile sıçrayıp 4 ayağını birden, biraz ötedeki kayaya vurup geri döner. Kayanın dibinde kış uykusuna yatma hazırlığı yapan engerek yılanı, kuzunun çıkardığı darbenin etkisiyle hızla yerinden fırlar. Dikenli çalının içindeki karatavuk yılandan korkup büyük bir kanat gürültüsüyle ve haykırışla uçar. Hemen altında uyuyan tavşan, aniden uyanıp bir şeylerin ters gittiğini hissedip yatağını terk eder ve ne olduğunu anlamaksızın şuursuzca koşmaya başlar. 

İşte bu tavşan benim önümden aheste aheste koşarken, şımarık ve kendinden emin bir şekilde tüfeğimi yüzlüyorum. Hem boz hemde kınalı erkek tavşana iki el atış yapıyorum. 25 mt kadar önümden yan bir şekilde hemde yavaşça koşarken.. tavşan kesinlikle vurulmuyor.

Bazı olaylar zinciri siz her ne kadar kader denklemini çözemeseniz bile, size öyle bir ders verir ki, hayatınızın çözümlemesini yaptığınızı fark etmezsiniz bile. Eğer o fare yuvasından çıkıp şahinin dikkatini çekmeseydi, kuzu korkup yılanı harekete geçirmeseydi ve karatavuğun gürültüsü tavşanı yatağından kaldırmasaydı ben bu tavşana atış yapamazdım. Şımarıklığımı dizginleyip, kendime olan gereksizce aşırı güvenimi sorgulayamaz ve hırsın asla kaderimi değiştiremeyeceğini öğrenemezdim. Birkaç dakikada farkında olmadan aldığım bu hayat dersi, gelecek hayatımda durmam gereken yeri ve zamanı bilemez ve hayatımı değiştirecek hatalar yapabilirdim. Çok basit ve ilgisiz bir benzetmeyle örneklemem gerekirse; caddeden karşıya geçecekken gelen otomobilden daha hızlı ve süratli olduğumu düşünecek kadar aptalca, otomobilin beni fark ettiğinde durması gerektiğini düşünecek kadarda şımarıkça davranıp, geri kalan ömrümü tekerlekli sandalyede geçiriyor olabilirdim…

Kızıl tavşanı, cömertçe kaçırıyorum ve sonra birkaç çulluk daha.. hepsi karavana.

Otomobile dönerken Nelly sıklıkta bir ferma daha veriyor. Bu sıklıkta atış yapmam imkansız çulluğa. Bu yüzden çok bekletmeden elime yerden bir taş alıp çulluğun bulunduğunu düşündüğüm yeri taşlayıp seyretmeyi düşünüyorum. Sol elimde tüfek olduğu için taşı sağ elimle atacağım. Elim havaya kalkarken Nelly’nin fermasındaki avın 3. tavşan olduğunu anlıyorum tavşan neredeyse bacaklarımın arasından geçtikten sonra..umrumda değil. Ben o av gününde  yapabileceğim en iyi avı yaptım çünkü.

 

Aradan bir hafta geçiyor. Müthiş bir lodos ve sıcak var. Aynı merayı tekrar ziyaret ediyorum yine bir Çarşamba günü ve yalnızım. Birkaç tur attıktan sonra tek bir atış yapmadan dönüşe geçiyorum. Nelly, sık ormandan çıktıktan sonra bir meşe kaleminin dibindeki pırnar fışkınına 40 mt kadar uzaktan ferma verip yaklaşmaya başlıyor ve boz, kızıl erkek uçarcasına fırlıyor çalıdan açık alana.  Henüz 5 mt bile gitmeden tetiği kesiyorum saçmanın değdiği yere yığılıyor kızıl oğlan. Nelly aport ediyor tavşanı ama çokta mutlu değilim, hatta tuhaf bir hüzün kaplıyor içimi.

 

Tavşanı vurduğum yer günbatısı ve lodosu hiddecerek alan bir yüz. Halbuki tavşanın yatması gereken yer gündoğusu ve lodos kuytusu olmalıydı. Yani tam ters istikamet… ve 10 numara saçma onu yıkmamalıydı… sonsuzluk olmasada tek bilinmeyenli bir denklem değil bu elbette. Tabiat, her zaman bildiğimiz gibi davranmıyor. Onu yöneten ve bize kaderimizi yaşatan, her şeyi bilmediğimizi fısıldadı bence.

 

Ertesi gün Vicdaniye Avcılar kulübüne gidiyorum. Bir hafta önce olanlar ve dün olanlar duyulmuş.

Ağırlıkla tavşan avına giden Ferhat giriyor kulübün kapısından. Selam bile vermeden benim bir tavşan avcısı olmadığımı bildiğinden “teessüf ederim Burak abi sana” diyor. Meğer birçok avcıyı eken meşhur bir tavşanmış benim kızıl oğlan. “biz arada gidip onu kaçırıyoduk, heyecan yapıyorduk yoklukta. herkezden beklerdim senden hiç beklemezdim bunu” diyor, esprili bir şekilde.

Bende beklemezdim Ferhat’cığım, bende beklemezdim..

 

Burak Kabakcı - 2009


Özgüweb Balıkesir Web Tasarım