GECENİN RENGİ - Kurzhaar von Karesi Beyliği - Burak Kabakcı

GECENİN RENGİ


GECENİN RENGİ

 

Dil söylemese de kalp bilir ne yapacağını. Kalp, işinin ehli ise çok konuşmaz zaten. Oluruna bırakır, ne olacağını önceden bildiği için de sükunetle izler başına gelecekleri. sanki kalbiniz size ait değilmişcesine sarfedilen sözlerdir bunlar. Sanki kalbinize, yüreğinize siz hükmetmiyormuş gibi söylenilen sözler… halbuki her kaçışın, kurtuluşun, işlenilen suçun bahanesidir kalbi kişileştirmek. Yarım bıraktığınızı, içinizde kalanı, derinlerde kalan uhdeyi tamamlamak ve O’na dönmek adına söylenen bahanedir. Hiç kimse, hiçbir otorite, hiçbir filozof veya bilge ve kitap bunun aksini söyleyemez. Her şeyi kalbinize, o çok meşhur ama daha önce hiçbir faninin kayıt altına alamadığı ve hatta duymadığı “yüreğinizin sesine” atın gitsin suçu, günahı… çünkü O’nu cezalandıramazlar, paranormal hatta ilahi denilebilecek bir güç olduğundan saygınlık uyandırır ve hatta biraz ürperti. Bu yüzden hiç kimse kınayamaz, cezalandıramaz o sesi veya sahibini. Birçoğumuz yaptığımız her suçu, hatayı, işlediğimiz günahı, içimize gömdüğümüz aşkları, tutkuları, yenildiğimiz hırslarımızı, arkamıza bakmadan geride bıraktıklarımızı ve de isyanımızı böyle gömeriz derinlere.

Artık sezonun son günleri, ilk günlerdeki rahatlık yok. Geceler soğuk, bahçelerde meyve olmadığı için yabandomuzlarının geldiği belli adresler de yok. Fakat bu sezon zeytin ağaçları o kadar bereketliydi ki, dağda meşe pelitleri de çok fazla olmadığından, kestane bitiminde bütün domuzlar zeytin döküntülerine dadandılar. Dağın etekleri zeytin bahçeleriyle dolu. Hangi domuz nereye gelir bilinmez zira hayvanların yaylım seçenekleri çok fazla. Yaylım yerleri dağınık ama ormandan indikleri geçitler belli. Bahçeleri değil de orman çıkışlarını tutmak gerek. Ayın şahane olduğu, havanında ılımanlaştığı bu birkaç günü boş geçirmek yazık olur elbette.

Nezih çok meraklı, küçük avda dayanıklı, dağ tepe bana mısın demeyen sağlam bir avcı. Fakat büyük avda hele adrenalinin tavan yaptığı bek avlarında hiç  tecrübesi yok. Çok sevdiğim için bu tecrübeyi yaşamasını istedim. Orman yolu üzerinde hayvanın bir hayli çok çalıştığı bir geçit bulduk. Yabandomuzunun toplandığı çiftleşme zamanları artık. Bolca domuz izi var bu geçemekte ancak çok iri domuz yok. Nezih’in beklemesi için iyi bir yer. Bolca atış yapabilir ve tehlike arz edecek büyüklükte iri bir hayvanın geleceğini sanmıyorum. Onun bekleyeceği yerin 100 m ilerisinde de ben bekleyeceğim. Çok fazla hayvan inmemiş fakat dürbünümün elverdiği ve faydalı olabileceği açıda uzun ve geniş bir atış alanı sunuyor bana. Birkaç tek domuzun izleri de açıkça görülüyor. Nezih’in beklediği yer ile benim aramda bir viraj, virajın yaslandığı yamaç ise daha evvel de yol yapımı için malzeme alınmış sarp bir yer.  Nezih deneyimsiz olduğundan Recep usta O’na eşlik edecek o akşam. hiç rüzgar yok, ayın durumu tam istediğim gibi, gündüzden kestiğimiz izler çok taze. Yani şartlar çok uygun. Erkenden yerimizi alıp beklemeye başlıyoruz. Henüz 10 dk geçmeden Nezih’in tüfeği çok seri bir şekilde ard arda iki kez patlıyor. 1-2 sn sonra bir daha… ne olduğunu merak ediyorum ama o bekleyiş esnasında dakikalar çok önemlidir. Günün, sezonun belki de hayatımın enstanetesini, avını onların yanına gittiğim 1-2 dakika içinde geçirmiş olabilirim. Bu yüzden böyle bir risk almayacağım. Zaten Recep usta, Nezih’le birlikte. Yapılması gerekenleri o yapmıştır. Tutkunu olduğum topraklardayım yine. Tutkunu, aşığı olduğunuz hiç bir şey ve hiç kimse size onda olanları bir defada teslim etmez. Sizin sevdiğiniz kadar o’da sizi seviyor olsa bile istediklerinizi, beğendiklerinizi size bazen beklemediğiniz bir anda sunar, bazen hiç vermez. Böylece iki varlık arasındaki ilişki rutinleşmez, aşk her zaman canlı ve ilk günkü gibi taze kalır. İlahi aşkta böyledir. Rabbimiz dualarımızı geri çevirmez çoğu kez içtenlikle istenmiş ise. Bazen de kabul görmez açılan ellerin istedikleri. Bir taşın yerinden oynamasında bile 40 bin tane hikmet var ise ve bizim aslında çok küçük diye düşündüğümüz isteklerimizin, olması halinde olabilecek kötü şeyleri düşünürsek eğer, bazı dualarımızın kabul olmaması hayırdandır mutlaka. İşte bu yüzden her beklediğim gün sonunda bu bereketli toprakların ve gizemli ormanın bana istediklerimi sunmaması beni mutsuz etmiyor. Sinemaya gittiğimde salon ışıkları sönmeden yerimi almak keyif verir bana. Sonraki haftalarda gösterime girecek filmin fragmanlarını izlemek, az sonra izleyeceğim filmin bir parçasıdır bence. Bu fragmanların bir kısmını kaçırıp girsem o filme, eksik kalmış sayarım sinema keyfini. Her zaman günün en son matinesine bilet alırım. Böylece film bittiğinde yalnız başıma gecenin sessizliğinde boş sokaklarda yürürken filmin kritiğini yaparım birçok kez ve adeta izlediğimi yaşarım yatağıma girip uyumaya başlamadan önce bile. Mümkünse yalnız izlemek gerek beklenilen filmi. Film esnasında sorulan gereksiz sorular, yapılan yorumlar ve kritikler beraber gittiğim ve çok değer verdiğim kimsenin kalbini kırmama yol açmaz böylelikle! Bu yöntemle yapılan ava da erken gidilmeli. Gün inmeden karatavukların gürültülü ve telaşlı tüneme hazırlıkları, yarasaların yavaş yavaş hareketlenmeye başlamaları, yuvasına dönen sincapların yerini sansarların, ağıllarına dönen keçi sürülerinin yerini alan çakalların devir teslim sürecini görmek… güneşin ufuktaki kızıllığının yerini alan bembeyaz ayın gülümseyişini her seferinde yaşamak gerek.  Önce uçakların arkalarında bıraktıkları izlerini görürsünüz mavi gökyüzünde, kızıllaştığında ise kutup yıldızı haber verir size saatin yaklaştığını. Gecenin rengi lacivertle başlar önce. Dolunay size rengin asıl tonunu göstermez şavkıyla. Ay dağın arkasına geçtiğinde Samanyolu ve kayan yıldızlar lacivertin içinde, geceye hazırlanmış bir kadının pırıltılı göğsüne taktığı muhteşem bir broş gibidir. Zaman zaman kayan yıldızlar elbisenin üzerinde parlayan simli nakışlar gibi gelir insanın gözüne. Dağ ile gökyüzünün, deniz ile şafak çizgisinin buluştuğu yer ise mağrur hanımefendinin broşunu nisbeten söndüren dekoltesi gibidir. İncecik bileklerinin altındaki zarif topuklu ayakkabılar herkesin gözünün onda olduğu o anda her adımda öyle bir ahenkle ve ritimle ses verir ki… aslında normal şartlarda bir çekicin tahtaya vurma sesi kadar bet olan o ses size keyif verir. Tıpkı ormanın o sessizliğinde yüzlerce metre uzaklıktaki domuzun her adımında, yüreğinizin ayaklanması gibi. bir ömre bedeldir gecenin rengi ve de sesi.

“Halkın tamburla çalıp ağızla söylediği bu şarkılar, nağmeler hep göğün hareketlerinden alınmadır.”

 HZ. Mevlana                                                                                                                                  

          Nezih’in atışından takriben 45 dk. sonra yukarıdan beklediğim sesi duydum sonunda. Kızılçam ağaçları çok yüksek ve dipleri boş. İnmesi muhtemel 3 noktanın tam ortasında beklediğim için onu görememem olası değil. Yukarıdan aşağıya doğru zig-zaglar çizerek geliyor. Sadece ayak seslerini duyuyorum henüz görüş alanıma girmedi ama iki ağaç arasına koşarak gidiyor. Ağaçların gölgesine geldiğinde biraz bekleyip tekrar hızlı adımlarla diğer ağacın altına geçiyor. Sonunda görüşüme girdi. İlk oturduğumda gölgedeydim ama ay hareket ettikçe açıkta kaldım. Beni farkedebilir, bu yüzden biraz kapanıp tüfeği doğrulttum; son anda ani bir hareketle onu korkutmamak için.  40 mt. Kadar sol üstümdeyken durdu. Bana doğru dönük ve bana doğru bakıyor. Tam istediğim pozisyon. Çenesinin biraz altıyla kalp girişi istikametine nişan aldım ve atışımı yaptım. Olduğu yere yıkıldı ve 45 derece kadar eğimli araziden bana doğru yuvarlanmaya başladı. Üzerinde beklediğim patikaya düşüp yıkıldığında hala hareket halindeydi. Acısına pozemdeki ikinci tek kurşun ile son  verdim.  Kurşun alt çene kemiğini kırıp, istediğim gibi kalp hizasını bulmuştu fakat birkaç cm ıskalamış olacak ki, vurulduğu anda ölmedi. Tek gelen bu yetişkin dişinin cinsiyetini atış yapmazdan evvel seçmem mümkün değildi. Bu mevsimde dişiler tek gezmezler ve kış tüyünde sağlıklı bir dişi ile erkeği ayırt etmek gerçekten çok zor.

Akşamüstü bekleme usulüyle yapılan domuz avının tutkunuyum. Bu ava sezon açılışında havanın sıcak ve üveyik ve bıldırcının az olduğu bir dönemde sadece elim tüfek tutsun, av günlerini boş geçmeyeyim diye başlamıştım fakat birkaç av gününden sonra  yaşadığım sınırsız adrenalin kürü, beni bu avın tutkunu haline getirmişti. Şimdi ısrarlarımla isteksiz gelen Nezih’te de tiryakilik belirtileri başladı işte. Kaçınılmaz son… tam Nezih’in menzilinde 4 domuz inmiş, 3 seri atış ise, yaşanılan adrenalin yüklemesi neticesinde sonuç vermemiş Recep usta ile Nezih’in anlattıklarına göre. Nezih Recep ustayı anlata anlata bitiremiyordu. Bana gelen domuzun sesini duymuş Recep usta. “bak şimdi Burak’ın tüfeği  patlayacak” demesiyle benim atışımı duymuşlar.

Sevgili dostum Bora Pir, Nezih’i çok sever. Bora, avı da çok sever. Zaten Bora’nın işi av. Fakat Bora iyi bir keklik avcısı. Birkaç domuz süreğine katılmış daha önce ama pek de keyif vermemiş ona. Yıllardır davet ediyorum ama kısmet olmadı bir türlü. Nezih’in de benimle olduğunu öğrenirse geleceğinden emin olduğum için arayıp haber verdim. İşerinin biraz hafiflediği bir dönemdi, o akşam çıktı geldi. O akşam yine ay harika. Birkaç iz kestik bolca domuz inmiş, vaktiyle yerimizi aldık. Çok bekledik ama tık yok. Ne bir ses ne bir nefes. Sadece puhu kuşlarının şarkıları, yarasaların kanat sesleri ve yere düşen zeytin tanelerinin her birinin farklı yükseklikteki dallardan ve farklı yerlere düştüklerinde çıkardıkları çok da ahenkli olmayan ama dinlenesi nota bütünlüğü… biraz daha bekledikten sonra dönmeye karar veriyoruz çaresizce. Av olmadı, ses duyulmadı hiçbir şey yok ama herkes neşeli. Öyle bir terapi ki bu bekleyiş; doğayı dinlerken bir yandan da kendimizi dinliyoruz.  Beklediğim yerde bıçağımı unutmuşum. Recep usta, ertesi sabah almaya gittiğinde beklediğimiz yerlerden birkaç domuzun indiğini fark etmiş. Biraz daha bekleseydik, biraz daha sabır etseydik av şansımız olacakmış halbuki. Sabır göstermeyip, nefsimize yenik düştüğümüz her defasında, bir dahaki sefer tekrarlamama kararı alırız yineleyeceğimizi bile bile. söz de bu bir tecrübe veya bir derstir bize. 

“Nefs elinden, hırs elinden.
Nefstir seni yolda koyan,
Yolda kalır nefse uyan.

Sabır saadeti ebedi kalır
Sabır kimde ise o nasib alır.”

                                                                                Yunus Emre

 

Herkes de bir heyecan var. Onların daha önce böyle heyecanlı olduklarına şahit olmamıştım. Yarın sabah olmasını sadece yarının akşamı için bekleyen bir tek ben değildim. İkisi de son iki akşam olanları yorumluyor, bir sonraki akşam olacakları ise sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bunca yaşanmışlığa rağmen benim onlardan zerrece farkım yoktu aslında.

Bu akşam rüzgar ters ama fark ettirmiyor. Çok sakin olduğu için hissedilmeyen lodos, böyle zamanlarda hiç umulmadık anlarda gösterir kendini. Tıpkı o akşam olduğu gibi. tam avın gelmesini beklediğimiz o saatlerde gösterdi kendini usul usul, kaçırdı keyfimizi. Bana bir şey gelmedi ama Bora’ya ardı ardına 5 m yakınına kadar gelen sürü ve tek domuzlar, ters esen rüzgarın etkisiyle ormandan çıkmamışlar kokuyu hissedince. Bir sonraki haftaya rövanşını alırız elbet. Bora apar topar slug namlulu bir tüfek aldı sadece bu av için. Sonra da uygun bir dürbün arayışı başladı dehşet bir hevesle. Ondan sonraki hafta ise daha önce Nezih’in beklediği yerde bir atış yaptı, av vurulmuş, kan bırakmış ama çekip gitmiş. Tüfeğin acemisi olunca ekipmanınız eksikse hele, bir de heyecanınızı kontrol edemiyorsanız bu tür aksaklıklar kaçınılmaz. Bora’nın atış yaptığı o akşam ben daha oturur oturmaz tek bir domuz geldi. Tek gelen domuz bu mevsimde erkektir. Çünkü artık çiftleşme dönemi ve dişiler toplu halde gezerler. Yolun karşısındaki andağa geldi. Bu mevsimde hayvanların yiyecekten önce düşündükleri şeydir çamur ile tımar etmek kendilerini. Parazitlerinden kurtulmanın en iyi yoludur bu banyo. Bu dönemde adeta onlar için gözlerini kör eden bir zaaftır çamur kültürü onlar için.

onları alt etmek için kendi silahlarını değil, onların zaaflarını kullanacaksın”

Andağın başın geldiğinde tamamen açıkta ve de gecenin eflatunu ile ışıl ışıl parlayan tüyleri bulunduğum yerden çok net görülüyordu. Ben ağaç gölgesinin dışındaydım o sırada. Beni görebilmesi çok zor değildi. Bu yüzden sesini duyduğum ilk anda biraz kapanıp tüfeğimi omuzladım. Kızılcasına nişan aldım… o anda tetik parmağınıza aklınız emir verirse, ıskalama ihtimaliniz oldukça yüksektir. Bunun aksini yapmak zor fakat o görüntüyü belgesel kıvamında minimum adrenalin ile izleyebiliyor, aklınız onun güzelliğini, iriliğini vs. düşünüyorken tetik parmağınız siz bu düşüncelere daldığınız esnada ve beklemediğiniz bir anda! tetiği çekerse eğer, ıskalama ihtimaliniz neredeyse yok denecek kadar az olur ve kendinizi ustalığın zirvesine oturmuş sayabilirsiniz. Yok eğer “şimdi” komutuyla yaparsanız bu işi, kendinizi istem dışı sıkarsınız o son saniyede ve ıskalama riskiniz oldukça fazladır. Ben o defa ustalıkla yaptım o atışı ve bir adım bile atamadan andağın içine devrildi iri cüsseli hayvan. Dişi olduğunu yanına gittiğimde anlayabildim ancak. Böylesine iri, sağlıklı bir dişinin tek gezmesinin yegane sebebi çiftleşme döneminin geçmesi ve kuvvetli muhtemelen gebe olmasıydı. Kısır bir dişide olabilirdi. Kışın mevsim normallerinin üzerinde sıcaklıkta geçmesi çiftleşme döneminin erken olmasına sebep belki de… bir yarım saat sonra tahminen 20-30 nüfuslu bir sürü geldi, atış yapmadım. İzlemek ayrı bir keyif. Sonra az önce vurduğum fakat ağırlığından dışarı alamadığım hayvanın kokusunu alınca, çok da velveleye vermeden sessizce geri döndüler geldikleri yöne doğru. Daha sonra yarım saat arayla iki ayrı tek domuz daha geldi fakat yine kokuyu hissettikleri için geri döndüler. Recep ustayı arayıp Bora’yla gelip beni almalarını söyledim. Saat artık bir hayli geç olmuştu. Benim birkaç km aşağı tarafımdaydılar. Otomobili çalıştırdıklarını bile duydum sessizlikte. Tam o esnada küçük bir çıtırtı duydum. Otomobil bana doğru yaklaşırken çıkardığı ses yüzünden gelenin nereden ne zaman geleceğini tam algılayamıyordum fakat erkek olduğundan emin olduğum bir delikanlı andağın başında belirdi kaşla göz arasında. Sükunetle o akşamki ikinci atışımı yaptım. İyi bir atış olduğundan eminim fakat küçük bir çığlık attı delikanlı kaçarken, sonra 15 m kadar ileriye yıkıldı. Belli ki kurşun kemiğe değmişti. Kemiğe değdiğinde müthiş bir acı, ardından da kalbine bile saplanmış olsa bir müddet koşacak adrenalini ve bu deparı atmasına yetecek oksijeni o son nefesinde tutabildiğinden 15m gidebildi genç azılı sonra da fişi çekilmiş makine gibi yıkıldı. Azılının yıkılmasıyla arkadaşlarım geldiler. Önce andaktaki dişiyi sonra da genç azılıyı resimleyip çaylarımızı içmek için köy kahvesine indik.

Bora’nın önce hiçbir şey görmeyip sonra azılının nefesini hissedip de atış yapamaması daha sonra atış yapıp yaralaması planlı gibi sanki. Hedefe adım adım yaklaşıyor ve bu onu daha da tetikliyor. Her seferinde bir sonraki haftayı beklemek, atamamak, vuramamak veya vurulan avı ele geçirememek herkesi üzüyor elbette ama hemen kavuşmak kavuşulanı basit kılar. Ulaşılamayanın değeri ise ulaşılamadıkça artar. İş, av, eğlence, aşk… bu olgu hayatın her parçası için aynıdır. Başarılarınız da başarısızlığınız da bu sürüncemeyle doğrudan alakalıdır. Bir şeyin peşinden çokça giderseniz onu elde edersiniz ama onu elde edene dek öyle tavizler verip öyle şeyler feda etmişsinizdir ki… bunun farkına vardığınızda ise, elde ettiğiniz şeyin asıl değerini görüp gözünüz açıldığında, feda ettiğiniz şeyler ve geride bıraktığınız ve vazgeçtiğiniz şeyler adına onu bırakma ve sırtınızı dönme lüksünüz de bitmiş demektir. Çünkü yeniden başlamak demek kaybedilmiş zamanı, emeği, uğruna elinizin tersiyle ittiğiniz değerleri hiçe saymak demektir. Fakat bazen de bu durum hem kendinizi aşmanızı hem idealleriniz uğruna kaybedilenlerin hiçe sayabildiğiniz ispatınızı kendi kendinize kanıtlamanız neticesini doğurur. Geçmişimize dönüp baktığımız da uzaklara dalıp tebessüm ettiren anılar, yaptığımız bu tür sözüm ona çılgınlıklarımızdan ibaret değil midir?

Yazdıktan sonra yazdıklarımı okuyanların haklı eleştirilerini duyar gibi oluyorum. Yalın bir zihinle okusam bende “bir delinin hatıra defteri” diye nitelendirebilirim bu tür tespitleri. Fakat yapılan her eylemin içine girmek… örneğin yabandomuzuna bir atış öncesinde, o esnada ve sonrasında yabandomuzunun, avcının, elindeki tüfek ve haznesindeki merminin, etrafta uçuşan yarasanın, o esnada avcının burnuna meltemin getirdiği çürümüş gazel ve toprağın birleştirdiği humus kokusunun akabinde bu kokuyu nerede, ne zaman ve hangi şartlarda duyarsa duysun onu, o ana götürmesinin… her bir nesnenin ve düşünsel olgunun bir hikayesi olduğunu bilmek ve tüm bunları dolu dolu yaşamak… işte tüm bunlar hayatın içinden çıkıp bu dünyaya ait başka bir boyutun fragmanlarını izlemek gibidir. Sizin varoluşunuz ve varlığınızla, diğerlerinin süregelişi arasındaki yegane fark sizin düşünebilir oluşunuzdur ki, Allah’ın bize bahşettiği bu büyük ilahi farkı kullanmak gerek.

ben toprağın sinesinde insan denilen bir canım.
hem düşünür hem severim budur taştan farklı yanım.
her maddenin zerresini bedenimde taşıyorsam,
ben ne bir taş ne bir ağaç, insanlığımla insanım.

ağaçların özgürlüğü ancak ağaç gibi olur.
benim özgürlüğüm ise düşüncemle hayat bulur.
her sürünün bir çobanı var, çobanını koyun seçmez…
ben insanım koyun değil, ben bilirim koyun bilmez.

                                                Orhan Gencebay

Tuzu ve biberi dostlarla yapılan sohbetler… Şikar ile ilgili veya şikarsız. Her av günü iz kesme faslı öncesinde veya sonrasında akşamın merakı heyecanıyla daha da koyulaşır sohbetler. İştahınız yoksa bile açılır, şen şakrak oluverirsiniz. Ta ki yola koyulana dek. Sessizlik o zaman hakim olur işte. Giderken ekipman dahilinde unutulmuş bir şey olmadığına dair zihinsel yoklamalar ve sağlamalar, rüzgarın yönü, bulutların geçişi ve nihayet gecenin rengi. O gün iz takibine gitmedik. Onun için biraz erken koyulduk yola. Bora’nın iki hafta evvel beklediği fakat rüzgar yüzünden atış yapamadığı geçit aklımda birinci sıradaydı. Oraya doğru giderken yolun üstünde yine Bora’nın bir hafta önce atış yapıp yaraladığı domuzun geçidi vardı. Gözümüz o geçide ilişti, yine çok domuz işlemişti buradan. Bu gece ay yok bu yüzden bu geçit daha avantajlı zira ışığın az olduğu bu akşam yol üstünde beklemek durumu kurtarabilir. Yolu aydınlatacak şey sadece yıldızlar ve gecenin rengi. Buraya Bora’yı bıraktık. Ben Bora’nın atış yapamadığı fakat domuzun çok çalıştığı yere gideceğim ancak endişelerim var. Dürbünüm hala aynı dürbün. Sadece uzak atışlar yapabiliyorum. Bu geçitte ise 3 m den bile atış yapmam icap edebilir. Yolun üstüne ormana çıkmak daha uygun olacak burada görüş mesafesi biraz daha fazla fakat yine sırf bu dürbün yüzünden 1 ay kadar önce üzerime beni görmeden koşa koşa gelen bir azılıya atış bile yapamadan kaçırmıştım. Burası görüş mesafesi olarak çok iyi. Toprağın her yeri domuzlar tarafından işlenmiş üstelik tığ tığ. Fakat öyle karanlık ki orman… ulu akçamlar otağ gibi kapatmış gökyüzünü ve Bora’nın dürbünsüz atış yapması olanaksız burada. Bir çamın altına taburemi koyup oturduktan sonra tüfeğimi hazır hale getirip beklemeye koyuldum. Burası bir çanak gibi. yukarıdaki 3-4 geçidin domuzu birleşip bu çanağa girecek ve hepsini görme şansım var. Halbuki aşağıda indikleri yolu kesmiş olsam hem yakın inecekler hem de birkaç viraj yüzünden atış yapma ihtimalim azalacak. 1 saat kadar bekledikten sonra sağ üst taraftan duyduğum zayıf bir ses heyecanlandırdı beni. Çünkü tecrübeli ve yaşlıların telaşesi de sesi de az olur. Çanağın tam ortasındayım, sağ tarafımda en uçtaki kayalığa yöneldi o ses. Düşündüğüm gibi çanağın içine girmedi. Eğer aşağıda beklemiş olsaydım görüş alanımın dışındaki viraja girecekti ve görme şansım olmayacaktı. Solak olduğum için ve sağıma doğru atış yapacağım için kıpırdamama gerek yoktu. Ancak artık tam olarak sağıma geldiğinde o ses, tüfeği omuzlayıp dürbün atmalıydım. Hayal meyal gördüğüm karaltı beklediğimden küçük gibiydi. Yüzüme aldığımda dürbünle baktığımda ise azılının büyüklüğünü fark ettim. Sesi ilk duyduğumda ki o heyecan yükselecekti ki... buna izin vermedim ve tetiği kestim. Oracıkta yere yıkıldı ve kaldı. Yine de yanına temkinli gittim. Sezon başında kolumun kırık olduğu zamanlarda yaşadığım facia gibi hatırayı unutmuş değilim.  Bu yüzden tüfek yüzümde yaklaştım yanına. 40 m kadar mesafeden yaptığım atış, kurşunun enerjisini alıp götürmemişti diğer taraftan dışarı. Sağ taraftan kızılcadan girmiş, muhtemelen kalbe isabet etmiş ve dışarı çıkamadan kalmıştı. İyi bir azılı vurduğum için çok mutluyum fakat keyfini süremiyorum Bora’nın silah sesini duymadan önce. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, Bora’nın tüfeği patladı. 15 sn kadar sonra 2. Kez patladı. Müthiş mutlu oldum. İlk atışında vurduğu hayvanın yanına gittikten sonra işini bitirmek için ikinci atışını yapmış olmalıydı. Beni almaya geldiler çok geçmeden. Bora gelen iki domuzun birine ilk atışını yapmış ve domuz yığılmış yere. Giden ikinci domuzun paralelinde onu biraz takip edip atış yapmak istemiş fakat olmamış.vurduğu yere yıkılan domuzdan uzaklaşmış diğerini kovalarken. Dönüp ona doğru baktığında kalkıp gidiyor olduğunu görmüş bir tane daha sıkmış ardından ama mesafe uzak. Alıp başını gitmiş domuz. Ertesi gün sabah erkenden oraya gittik. Vurulduğu yerde domuzdan kopan et parçası bile var. İzini sürdüm 500 m kadar seyrek, 5-10 metrede bir çok küçük kan damlaları… Belli ki aldığı yara kalbin biraz altından geçmiş, hayvan sarsılmış fakat kurşunun basıncıyla yığılmış. Şok etkisini üzerinden attıktan sonra yoluna devam etmiş. Ormanda 500 m kadar iz sürdükten sonra ne bir kan ne de iz. Bu oyunun kuralı, raconu bu. Önce kozlar sizdedir ama iyi kullanmazsanız eğer o kozu, kendi kozlarıyla birleştirip oynar sizinle farenin labirentte kediyle oynadığı gibi. bir de bakmışsınız ki, küçücük delikten çıkan fare, peşinden sürüklediği sizi, sizin kurduğunuz kapana koymuş hem de kendi ellerinizle!

 Şimdi size bir av macerasını, bir serüveni veya heyecan dolu bir geceyi değil size bir trajediyi, vahşinin uğradığı vahşeti, bir dramı anlatacağım. Hemen ertesi akşam yine gittik ama İstemeden oturdum o tabureye. İçimde öyle derin bir sebepsiz sıkıntı. Nasibimi bir önceki akşam fazlasıyla almıştım halbuki. Bora’ya eşlik etmek için beklemeye koyuldum. Bora’nın beklediği yerde bayram yapmış domuzlar, benim bekleyeceğim yer de ise tek tük belli belirsiz izler… altımda akan su sesi beni huzursuz ediyor. Akşamın sessizliğinde oldum olası sevmedim su sesini. Kör eder insanı o su sesi. Alacakaranlıkta gözleriniz olan kulaklarınızı da o su sesi kör eder. Avcıdan çok av olursunuz her tehlikeye açık ve de savunmasız. Hele ki aklınız da ben gibi körlenmişse ve o sebepsiz sıkıntıyı içinize işledikten sonra “etme, bu gece bekleme” diye haykıran kalbinizin sesini duyamayacak kadar körlenmişse aklınız…

 iki saat sonra zayıf bir tek domuzun ayak sesini duydum. Gölgeler içinde süratle ilerleyen domuzu gördüm çok geç olmadan. Dürbünü yüzüme aldığımda sadece parlayan gözünü seçebiliyordum. Çalının arasında hareketsiz bekliyordu. Gözünün biraz altına tetiği kestim. Aşağı, yola, bana doğru yuvarlandı ve öldü. Kıpırdıyordu. Bu dişi domuz can vermişti ama hareket ediyordu. Karnı hareket ediyordu. Gebeliğinin sonuna gelmiş bir dişi domuz. Nasıl anlatırım, nasıl yazarım ben bu olanı? Siz olsanız anlatır mıydınız? Sezonun son haftası bile değil… bu beni suçlu yapmaz ama masum yapar mı? Siz olsaydınız bunu yapan silahınızı gömer miydiniz sonsuza dek?

Arkadaşlarımı  arayıp çağırmadım yanıma beni almaları için. Ben tuttum yolu onlara doğru… gözlerimdeki kederi, yüzümdeki elemi yolda atabilmek için. Utancımı görmemeleri için… ve hala silahımı gömmedim. Vahşet! Neden can yakar insan? Vatan aşkı için, Allah aşkı için, sevdikleri için… aşk için. 

Çünkü vahşet, aşkın ilk cümlesidir.

 

Yazan: Burak Kabakcı


Özgüweb Balıkesir Web Tasarım